BIRAZ GEç KALMış BIR VEDA YAZıSı

100 yaşını aşmayı başaran müzik adamı: İlham Gencer

İlham Gencer öldü. Ve ben bırakınız cenazesine gitmek, ardından bir yazı bile yazamadım... Oysa ülkemizde bu kendine özgü kişiliğe en çok yakınlaşmış, onun da kendi hayatını etkilemesine fırsat vermiş kişilerden biriydim. Ama, geç olsun da güç olmasın...

Öncelikle şunu söyleyeyim: yaşı bunca tartışmalı başka sanatçı yoktur ya da çok azdır sanırım!.. Örneğin bir gazete özetle şöyle yazdı: "İlham Gencer 24 Mayıs 2023'te Muğla'nın Bodrum ilçesinde tedavi gördüğü hastanede 98 yaşında hayatını kaybetti. 26 Mayıs'ta ilk olarak Atatürk Kültür Merkezinde bir anma etkinliği düzenlendi. Daha sonra Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi". Ve benden: Allah rahmet eylesin...

Gelin görün ki ayni olayı sanatçının tam 101 yaşında öldüğünü yazarak bildiren kaynaklar da var!.. Onlara göre Gencer 1925 doğumlu değil, 1922 doğumlu. Ve birçok kaynak bu konuda emin gözüküyor. Ben şimdilik bu versiyona inanmayı tercih ediyorum. Günahı boynuma...

Çocukluktan başlayan bir yetenek

Gencer belki çok büyük bir müzik adamı değildi. Ne besteci ne şarkıcı, ne ‘piyanist şantör’ olarak... Ama birçok şeyi başlatmış, ilk örneklerini vermişti. Daha 1930’ların başında, 5-6 yaşlarında annesi Fatma Nihal Türkaydın’dan piyano dersleri almış, yine o yaşlarda bir minik beste yapmış ("İlham Valsi"), bir konsere çıkmıştı. Sonraları Beyoğlu Erkek Lisesi’nde okumuş, ilk yerli ‘caz gurubu’nu kurmuştu: Badi Kemal, Mehmet Akter, Türkan Pasiner adlı müzisyenlerle...Sonra bir trio oluşturmuş, İstanbul radyosunda 50’lerden 60’lara kadar program yapmıştı.

1950'li yılların başında Amerikalı şarkıcı Eartha Kitt Türkiye’ye geldiğinde, ona Kâtibim şarkısını öğretti. Kitt 1953 yılında, içinde Türkçe sözcükler de geçen bu anonim şarkıyı caz tarzında söyledi. Ve Üsküdar'a Gider İken olan şarkı dünya çapında hit oldu. "Uska Dara-A Turkish Tale" adıyla...

Çatı Kulüb’ün macerası

1960 yılında Şişli'de Site sinemasının tepesinde Çatı Kulübü’nü açtı. Ve orada birçok şarkıcıya imkân verdi, kendi usluplarıyla söylemelerine fırsat yarattı. İlk eşi Ayten Alpman, Ajda Pekkan, Cem Karaca, Barış Manço, Emel Sayın... Metin Ersoy, Füsun Önal, Fikret Kızılok, Timur Selçuk... Erkut Taçkın, Yurdaer Doğulu, Cahit Berkay gibi müzik ilahları. Buraya kendi mizahıyla Los Çatikos adını vermişti. Ve sonradan burası kapandığında, amacının yeniden açmak olduğunu hep söylemişti.

Yine o yıllarda Lübnan asıllı Fransız şarkıcı Bob Azzam'ın üne kavuşturduğu C'est Ecrit Dans le Ciel adlı şarkıyı Fecri Ebcioğlu'nun yazdığı sözlerle Türkçe olarak seslendirdi. Bak Bir Varmış Bir Yokmuş adını alan bu şarkı, Türkiye'de on yıl kadar sürecek olan "aranjman" müzik akımını başlatan şarkı olarak tarihe geçti.

Evlilikler ve çocuklar

İlham Gencer iki evlilik yaptı. 1953’te şarkıcı Ayten Alpman’la evlendi. 1961'de boşandılar. İkinci evliliğini ise Necla Gencer'le yaptı. Bora Gencer, Ayşe Gencer ve İlhan Gencer adlı çocukları da müzisyen oldular. Gencer’in bir özelliği koyu bir Türk milliyetçisi olmasıydı. Tam bir Alparslan Türkeş hayranı ve takipçisi...Öyle ki 2008 yılında İlham Osman Gencer adını Bozkurt İlham Gencer yapmıştı. Elbette insanları oldukları gibi kabullenmek gerekiyor...

İlham Gencer Pera Palas'ta

Ondan sonra çok uzun yıllar Tepebaşı Pera Palas'ta akşamları çalıp söylemeyi sürdürdü. Onu orada birçok kez ziyaret etmiş ve dinlemişimdir. En son 30 Ağustos 2022'de Bodrum'da özel bir etkinlikle ile yaşını kutlamıştı. Oğlu Bora Gencer'in organize ettiği geceye birçok ünlü katılmış, özelikle Ajda Pekkan konseri manşetlerde yer almıştı.

Şimdi... Benim İlham Gencer’le ilişkimi daha önce de kitaplarımda anlatmışımdır. Burada özetleyerek, ama en önemli anlarını da kaçırmayarak anlatmayı deneyeyim.

Benim şarkıcılık Yıllarım

O yıllar benim müzik tutkumun da gemi azıya aldığı yıllardı. Öylesi­ne ki şarkıcı olmayı bile düşünmüştüm. "Bir o eksikti" dediğinizi duyar gibiyim. Ama gençlik işte... Hayallerin sonu olmuyor.

Böylece birçok şey yaptım. Bunlardan biri arkadaşım Ümit’lerdeki bir partide coşup, daha doğrusu kafayı bulup salonun ortasında Love Me or Lea­ve Me şarkısını söylemekti. Ama Doris Day’in yumuşak yorumuyla de­ğil, Sammy Davis Jr’ın caza kayan ‘bebop’ yorumuyla… Salonda alkış­tan çok şaşkınlık yaratmıştım!..

Ama daha ciddi şeyler de yaptım. O yıllarda Caddebostan gazino­sunda düzenlenen şarkı yarışmalarından birine katılmak gibi… İki yıl önce arkadaşımız Ali Biren de katılmıştı. Çıktım ve Andy Williams’ın ünlü baladı Are You Sincere’i söyledim. Ama dereceye giremedim. Bu arada Türk popunun bir ölçüde Türkçe tangolar dışında hiçbir bi­çimde var olmadığı o günlerde, yabancı parçalarla katılmak elbette ka­çınılmazdı.

Bir düo olarak şarkı söylemek

Sonra daha da ciddisini yaptım. Ve tüm cesaretimi toplayarak, dönemin birçok açıdan ünlü müzik adamı İl­ham Gencer’in evine gittim. Teşvikiye’de bir bodrum katında oturuyordu, adresini öğrenmiştim. Derdimi anlattım, sesimi dinlettim. Ve galiba baştan bir ikili olmak istediğimizi söyledim. Çünkü liseden bir dönem küçük arkadaşımız, tanınmış bir generalin oğlu olan Ömer Garan da müzik tutkunuydu. Partilerde tanışıp kaynaşmış ve The Everly Brothers gibi ikililerin moda olduğu o dönemde, bizler de aynı şeyi yapıp birlikte söylemeyi düşünmüştük.

Gencer üçlüsüyle sahnede

İlham Gencer bize büyük dostluk gösterdi. Hiç unutmadığım biçim­de… Ve onunla yanılmıyorsam üç okul konserine çıktık: uvertür olarak ve kısıtlı bir repertuarla…Böylece Russ Hamilton’dan We Will Ma­ke Love, Gale Storm’dan Dark Moon, Everly’lerden Bye Bye Love gibi birkaç hit parçayla önce okulum Galatasaray’da, sonra da Teknik Üniversite ve Avusturya Lisesi’nde söyledik.

Benim gizli bir aşkım!..

Arkamızdan da eşi Ayten Gencer, bildiğimiz adıyla Ayten Alpman çı­kıyordu. Bu arada ona gizliden gizliye âşık olduğumu itiraf edeyim. Ne de olsa bir esmerdi. Ve olağanüstü çekici bir kadındı. Bu benim içimde hiç açıklanmamış bir duygu olarak kaldı.

Şarkıcılık maceramsa orada bitti. Ama İlham Gencer’le hep dost kal­dık. Elbette sonradan boşanıp Alpman soyadına dönen Ayten hanımla da… Uzun yıllar sonra Beşiktaş belediyesinin benim için yaptığı o unu­tulmaz geceye de katılıp şarkı söylediğini hiç unutabilir miyim?

Pera Palas akşamları

İlham Gencer ve Atilla Dorsay Pera Palas'ta 

Evet, başta da söylediğim gibi, tüm bunları hiç unutmadım; en güzel gençlik anılarımın arasında özenle korudum. Yine dediğim gibi, son yıllarında, neredeyse son güne kadar sürdürdüğü o eski geleneği, Pera Palas’taki akşam üzeri konserlerini de oldukça sık izledim, resimlerini çektim. Onu eski bir anıt, korunması gereken bir milli hazine gibi görenlerin oraya sürekli geldiklerine de tanık oldum. Tüm tuhaflıklarına, kendine özgü inançlarına karşın onu çok sevdim, hep de seveceğim. Öbür alemde yolu açık olsun...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

  ]]>

2023-06-04T21:23:57Z dg43tfdfdgfd