ENSEYI KARATMAYıN, HEPSI BITECEK

Söylemek istediğim; zaferi veya yenilgiyi, başarıyı başarısızlığı işin özüne inmeden kişiler üzerinden tartışmanın vakit kaybı ve husumet yaratmaktan başka işe yaramayacağı

Eleştiri, özeleştiri, değerlendirme, tartışma,  sorgulama, suçlama, günah çıkarma, öfke, hayal kırıklığı, çaresizlik duygusu, umut yitimi… Seçimlerin ikinci turundan bu yana ortalık toz duman.

Son yazılarımdan birinde, "zaferler birleştirir, yenilgi dağıtır," demiştim. Adam kazandı ve ülkenin yarısı, özellikle muhalif siyaset yenilmişlik psikolojisini ağır şekilde yaşıyor. "Beklenti ne kadar yüksek tutulursa hayal kırıklığı da o kadar derin olur." Beklenti aşırı yüksek tutuldu. Değişim isteyen, umut peşinde koşan kitlelerin kararlılığı ve coşkusu oylara yansıyacak sanıldı. Değişim isteğinin oylara bire bir yansıyacağı yanılgısı beklentiyi yükseltti. Olmadı; asla hezimete uğranmadı ama kazanamadık.

Ağzı olan konuşuyor, asılacak suçlu arıyor

Seçimler sonrasında muhalif kesimlerin, partilerin, siyasetlerin tümü karıştı. Herkes yenilginin nedenlerini ve sorumlularını arıyor ve herkes sorumluluğu başka birinin üstüne yıkmaya çalışıyor. "Ben dememiş miydim"cilerden geçilmiyor ortalık. Eğrisi doğrusuna gelseydi, bu kadar hile hurda, bu kadar yalan dolan ve olağanüstü devlet olanaklarının desteği olmasaydı Cumhurbaşkanlığı seçimi küçük farkla da olsa kazanılabilirdi. O zaman, şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nu baş müsebbip ilan edenler, istifa istifa diye haykıranlar onun ne kadar doğru bir kampanya yürüttüğünü, ne kadar basiretli bir siyasetçi olduğunu anlata anlata bitiremeyeceklerdi. Ya da YSP/HDP'yi aday çıkartmadığı için veya Demirtaş'ı Kılıçdaroğlu'nu işaret ettiği için topa tutanlar Kürtlerin basiretini öve öve bitiremeyeceklerdi.

Partilerin içindeki çalkantı, hesaplaşma, değerlendirme süreçleri ve yeni kararlar doğal ve gerekli, ama bir de dışardan gazel okuyan köşeciler, TV yıldızı yorumcular, kendilerini kamuoyu önderi gören medya mensupları, koltuk kapamadıkları için hırslarından tırnaklarını kemiren siyasîler var. Her şeyin doğrusunu bilen bu "dışardakiler"in  partilerin, örgütlerin içişlerine bu ölçüde karışma hakkını kendilerinde bulmalarına şaşıyorum. Şu istifa etsin yerine bu gelsin, şu suçlu bu kurtarıcı, şu olmasaydı da bu olsaydı kazanılırdı, vb.

Yanlış anlaşılmasın, durum değerlendirmesi yapmayalım, fikrimizi söylemeyelim, yenilginin üzerinde düşünmeyelim, görüşlerimizi aktarmayalım, demiyorum.  Seçim propagandasının tarzı, üslubu, dili, hedefi üzerine söyleyecek sözümüz var kuşkusuz. Tercihlerimizi yansıtmak da hakkımız. Söylemek istediğim; zaferi veya yenilgiyi, başarıyı başarısızlığı işin özüne inmeden kişiler üzerinden tartışmanın vakit kaybı ve husumet yaratmaktan başka işe yaramayacağı.

Dün dünle gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Başlığa dönecek olursam; daha fazla dövünmeye,  üzülmeye, suçlamaya, suçlanmaya gerek yok. Çünkü, önümüzdeki birkaç yıl içinde bu düzenin siyasî yapıları birer birer dağılacak, ufalanacak, dağılacak düzülecek. Sadece günün ve çağın yeni ihtiyaçları doğrultusunda tümüyle farklı bir zihniyetle, tümüyle farklı bir örgütlenme anlayışıyla yola çıkanlar ayakta kalacak. Kitlelerin talep ve ihtiyaçlarını doğru anlayıp halkı siyasetin nesnesi (oy havuzu) değil gerçek özne haline getirebilenler, yüz yıllık ezberleri değil yeni dünyanın yeni sözlerini söyleyebilenler siyasetin aktörleri olabilecekler. Kısacası, geleceğin örgütlenmesi bugünün yapılarından çıkmayacak. Daha açık söylemeye cesaret edecek olursam partiyi bir ölçüde dönüştürmeye çabalayan Sayın Kılıçdaroğlu'nun (ve onun gibi düşünenlerin) çabalarına rağmen yüzyılın devlet partisi CHP'den 2. Yüzyıl'ın partisi doğmayacak. Kürt siyasî hareketi, "Türkiyelileşme" mi "Kürtlerin öz güçleriyle bir gelecek inşası projesi mi" ikilemini, iki farklı ama paralel akan, gereğinde birleşip gürleşen ırmaklar gibi iki örgütsel yapıyla çözecek belki de. Nostaljik oyalanmalar ve yüz yıl öncesinin çözümleri, mevcut sosyalist sol yapıları daha da marjinalleştirirken yapay zeka çağının dünyayı değiştirmeye aday devrimci örgütlenmeleri doğacak.

Özetle, uzun dönemde değil, orta hatta kısa vadede,  seçimler sonrasında yenilginin etkisiyle kabaran günün tartışmaları anlamsızlaşacak. Sona erecek demiyorum ama tartışmaların odağındaki yapılar birkaç on yıl içinde varlıklarını koruyor görünseler de fosilleşecekler.

Erdoğan neden kazandı sorusunun doğru cevabı yolumuza ışık tutabilir

Bugünlerde en fazla gündeme gelen konulardan biri, derin ekonomik krize, toplumsal çözülmeye, hak-hukuk-adaletin yok edilmesine rağmen Erdoğan'ın  neden, nasıl kazandığı.

Bu sorunun; adil olmayan seçim, sandık hileleri, olağanüstü devlet güçlerinin seferberliği, yalana dayalı Goebbels propagandası, din sömürüsü ve şoven Türk milliyetçiliğinin etkisi gibi doğru ve geçerli cevapları var. Erdoğan'da simgeleşen AKP iktidarının ev ev, hane hane tepeden aşağıya doğru ördüğü ağların, milyonları aşan bir kesime sağlanan büyük küçük imkânların payını da hiç unutmamak gerekiyor. Ama aç ve açık da kalsalar, ülkedeki olumsuz gidişin farkında da olsalar, toplumun yarısının Erdoğan'ı seçmesinin bence daha önemli bir nedeni var: O insanlar, Erdoğan'ın kendilerini birinci sınıf vatandaşlığa yükselttiğine inanıyorlar ve bence haklılar. Bir zamanlar kendilerini memleketin gerçek sahipleri sayan asker-sivil bürokratik egemenliğin, halkı "inilecek" bir kitle olarak gören Cumhuriyet elitizmin, laikliği anlamamış laikçiliğin (ki o mahalleden geliyorum, iyi bilirim) siyaset ve tarih sahnesine çıkmalarına imkân tanımadığı kitleler Erdoğan'la birlikte kendilerini de iktidara yükselmiş, iktidarın parçası olmuş hissediyorlar. Bu sadece bir duygudan ibaret değil, aynı zamanda iktidarda olmanın sağlayacağı ayrıcalıklara kendilerinin de sahip olacağı umudu. Kendisine mikrofon tutulan ve kime oy vereceği sorulan örtülü genç bir kadın, büyük bir heyecan ve kavgacı bir tonla, "Oyum tabii ki Erdoğan'a, eskiden hastane kapılarında beklerdik, şimdi doktorları dövüyoruz" diye ifade ediyordu bu duyguyu. O artık iktidardaydı ve kendisini iktidara taşıyanın Erdoğan olduğu inancındaydı.

Şimdi geleceğe bakma zamanı

Enseyi karatmayalım dememin nedeni, hiçbir şeyin bugünkü gibi gitmeyeceğini, bugünün partilerinin, tartışmalarının gelecekte kıymeti harbiyesinin kalmayacağını düşünmem. Yanılıyor olabilirim tabii, ama bu arkaik yapılar köklü değişim vaat etmekten uzaklar. Niyetleri çok iyi olabilir ama, hani denir ya, "kırk yıllık Yani olmuyor Kâni."

İşte bu yüzden, eskiyi tamir etmekle uğraşmak yerine topyekûn yenilenme gerekiyor. Eskinin cenderesinden kurtulduğunda yeniyi kurma heyecanı ve imkânına sahip oluruz. Var olan yapıların, partilerin ve zihniyetin kendilerini değiştirebilmesi bir noktaya kadar mümkündür, çünkü içlerinde eskinin kurdu yaşar. Halk o kurdu hisseder, en iyi niyetli değişim çabaları bile amacına ulaşamaz. Eski giysiyi tamir etmek bazen mecburiyettir ama yeni kumaşla yeni terzinin diktiği giysi daha güzel ve dayanıklı olur.

Önümüzdeki dönem siyasî gelişmelere, tartışmalara, çatışmalara gebe. Yerel seçimler nedeniyle aynı kadrolar, aynı partiler, aynı insanlarla yine bildik seçim atmosferine girilecek. Seçimlere falan boş verelim, demiyorum, tabii ki çalışılacak, siyasî mücadele ve hayat sürüyor. Ama hiç gecikmeden geleceğin siyasetini, geleceğin örgütlenmesini inşaya başlamak gerekiyor. Mesele sadece partilerin değil toplumun değişmesi, zihniyet değişikliğinin gerçekleşmesi. En önemlisi de, AKP iktidarının çürüttüğü insan malzemesinin, ahlâkî çöküşün, evrensel değerlerden sapmanın, değer yitiminin önüne geçilmesi.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)

- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)

- Kedi Mektupları (1997)

- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)

- Sıcak Külleri Kaldı (2000)

- Erguvan Kapısı (2004)

- Kayıp Söz (2007)

- Çöplüğün Generali (2009)

- O Muhteşem Hayatınız (2012)

- Yolun Sonundaki Ev (2018)

- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)

- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)

- Madrid'te Ölmek

- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)

- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk

- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)

- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

  ]]>

2023-06-04T21:23:37Z dg43tfdfdgfd